Aytekin Çakmakçı
Röportaj

Yaşayan Efsane: Görüntü Yönetmeni Aytekin Çakmakçı ile Sinema ve Fotoğrafçılığa Dair

Yeşilçam’ın çınarı, ”Yılanların Öcü, Arabesk, Mum Kokulu Kadınlar, Muhsin Bey, Uzlaşma, Düttürü Dünya” filmlerinin görüntü yönetmeni, Altın Portakal, Altın Koza, Altın Kelebek ve İstanbul Film Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü ile yaşayan bir sinema efsanesi ünlü görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı ile sinemaya ve fotoğrafçılığa dair bir röportaj gerçekleştirdim.

1- Sinema ve fotoğrafçılığa olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı? Bunu bir meslek edinmeye nasıl karar verdiniz?

Küçükken sünnet olduğumda küçük abim tamamen hayallerimin dışında bir makine hediye etti bana. Hiç aklımda olmayan bir fotoğrafçılık serüveni kafamda birden bomba gibi patladı. Fotoğrafçılık nasıl bir şey diye kafamda sorgulamaya başladım. Bu sorgu büyüdü, büyüdü, hayat devam ediyor tabi. Sonra bir vesileyle sinemaya girdim. Sinemaya girdiğimde de prodüksiyon asistanı arkadaşım ‘’Senin fotoğrafçılığa ilgin var, biz filme başlıyoruz, fotoğraf direktörü olarak ikinci asistan lazım, hem mesleği öğrenirsin hem para kazanırsın.’’ dedi. Bu fikir bana çok cazip geldi. Çünkü fotoğrafçılığı istiyordum ama fotoğraf bilmiyordum. Kamera asistanlığıyla beraber, fotoğrafçılığı da öğrenmeye başladım.

Bir müddet sonra bir şirketten bana teklif geldi. Fotoğrafları da çeker misin diye. Hazır değildim, henüz çok erken gelen, profesyonel imajı olan bir liyakat soruyorlar, yapar mısın diye. Düşünüyordum. Kamera asistanlığı ile beraber set fotoğrafçılığı da yapar oldum. O çalışma dönemi benim için çok yoğun ve yorucu geçti. Ama bende bıraktıklarını, sonraki yıllar dönüp baktığımda gördüm, bendeki mesleki inşa o zaman başlamış. Perspektif, estetik arayış, detay… Sinemanın detay olduğunu öğrendim. Zaten usta da bana anlatıyordu. O aşamayı geçtikten sonra anlatıma da gerek kalmamıştı çünkü kitaplar almaya başlamıştım. Bu konunun üzerine gitmeye, çeşitli isimler öğrenmeye başlamıştım. O da yetmedi, dünyadaki ünlü ressamların görsel dünyasını tanımaya yönelik kitaplar almaya başladım. Sürekli gelişen bir hırsa girmiştim. Bir ömür boyu gelişerek, büyüyerek sürdü gitti. Halen öyle.

2- Bugüne kadar sayısız Yeşilçam filminin görüntü yönetmenliğini ve set fotoğrafçılığını yaptınız. Bunun sizde uyandırdığı hissi ve heyecanı anlatır mısınız?

Aslında film bittikten sonra değil de film başlangıç ve bitiş süresi esnası benim için en heyecan verici kısımdır. Film bittikten sonra adrenalin patlaması gibi oluyor. Galalardan, projeksiyon odasından izlerdim. Koltuğa yaslanıp izleyemezdim. Halen öyleyim.

Arabesk, 1988 yılı yapımı Türk filmi.
Müjde Ar ve Şener Şen
Mum Kokulu Kadınlar, 1996 yılı yapımı sinema filmi.
Hande Ataizi

3- Sizi en çok hangi set heyecanlandırmıştı?

Meslekte birikimim ve hedeflerim vardı. Okudukça, araştırdıkça bu birikimler büyüyordu. Büyüdükçe de bende stresi artıyordu. Bunları en iyi başarabileceğim, uygulamaya geçireceğim film Yılanların Öcü idi.

Türkiye için henüz yabancı olan bir görsel performans, farklı bir tarz oluşturmuştum. Empresyonizm ve doğallığın harmanlandığı görsel bir dil. Bunu Türkiye’de oturtmayı düşünüyordum. Türkiye’de yeniliğe karşı bir durumu vardı sinema sektörünün. Bu çok zor oldu. Hayatımı zorlaştırdı. Çünkü devamlı tepki alıyordum. Hep reddediyorlardı. İki kere işime son verilmişti. Ben devamlı ısrarla bunu anlatarak sürdürüyordum mesleğimi. İkna ediyorum edemiyorum. Bir gün Şerif Gören dedi ki: ‘’Yeni çektiğin bir filmi gördüm, çok değişik, görsel bir formu var, dili var. Ben Yılanların Öcü’ne başlayacağım ve senin dilini o filmde uygulanır görmek istiyorum, ben arkandayım.’’

Yılanların Öcü, 1985 Uşak.

O film benim için en stresli setti. Çünkü proje de, yönetmen de, oyuncu kadrosu da büyük. Benim mesleki geleceğim de o filmdeki performansıma ve başarıma bağlı. O kadar heyecanlıydım ki kamera kolunu sıkmaktan parmaklarımda kan çekilirdi. Film bittikten sonra ilk Altın Portakal’ımı o filmle aldım. Tebrikler gelmeye başladı. Meslektaşlarımın bazıları, benim uyguladığım tarzı uygulamaya başladı. O sıkıntılı dönemimi başarıyla sonuçlanan bir süreçle buluşturmam hayatımın en heyecan verici deneyimidir. Yılanların Öcü’nün bende özel bir yeri var.

Şehnaz Tango, 1995.
Atlı Karınca, 1993.

4- Sinema alanında yetiştirdiğiniz birçok öğrenciniz oldu. Yeni nesli nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eskiden bir film çekmeye giderken ibadete gider gibiydik. Film çekmek bütün duyguların önündeydi. Filmi çekerken işe hep Taksim Meydanı’ndaki AKM’nin yanındaki garajdan başlardık, oradan çıkardık. Hep derdik ki, herkes sıkıntısını burada bıraksın, akşam gelince buradan alsın. Sete özel hayat taşınmaz. Bu fikirde çalışma hayatımızı sürdürdük. Birçok şeyi, sindirilemeyecek dönemleri bu koşullarda yaşadık. Şimdi duygu sömürüsü yapmak istemiyorum ama hem tabiat şartları zorladı hem malzeme eksikliği ama inatla o yönleri biz kendi duyu zenginliğimizle buluşturduk ve başarı odaklı çalıştık. Evet, para kazanıyorduk, hayatın gerçek şartları var bir de. Ama işin ruhsal ve hezeyan kısmı bizim hayatımızda egemen olan kısımdı. Para ikinci sırada olan bir değerdi.

Bugünün çocukları, kimse kusura bakmasın ama hemen küsüyorlar, gidiyorlar. Kimseye bir şey diyemiyorsun. Görev yapanlar baş tacı, yapmayanlara neden diye soramıyorsun. Küsüp gidebiliyorlar. Sete gidiyorsun, neredesin diye arıyorsun, ‘’Bugün kendimi iyi hissetmiyorum’’ cümlesini duyuyorum. Soruyu soran da ‘’Kendini iyi hissettiğin zaman bize haber ver.’’ diyor, böyle çok da güzel anlaşıyorlar ama bu bize komik geliyor. Biz farklı zamanların farklı dünyalarında yaşamışız. Bize ütopik geliyor bu sohbetler.

5- Mesleki anlamda en başarılı bulduğunuz film hangisiydi?

Muhsin Bey idi. Bu bir tesadüf değildi. Konusunun çok güzel olması bir filmi iyi yapmaz. Film olabilmesi için bir inşaat gerektiriyor. Müzik, görüntü, kostüm, dekor, oyuncular giriyor devreye. Hikâye mutlaka en önemlisi. Benim kriterlerimde assolist hikâyenin kendisidir. Ben hep şunu iddia ederim. Güzel değil doğru görüntü.

Hocam, bir sözünüz de vardı hatta ‘’İyi film, doğru görüntüler toplamıdır.’’

Evet. Doğruysa güzel olur. Ama güzel, doğru olmayabilir diyorum. Görüntü anlatımı ve atmosferi çok önemli. En önemli element; ışıktır. Işığı doğru yapmak lazım, söz olmadan göze hitap etmeli, subliminal bir bilinçaltı etkileşimini vurgulaması gerekir.

Muhsin Bey, 1987.

6- Sinemaya ve fotoğrafçılığa yeni adım atacaklara önerileriniz nelerdir?

Her zaman yaptığım öneri, bunu hiç değiştirmedim, değiştirmeyeceğim de. Sürekli kısa film çeksinler. Kısa film çekmek onlara kuvvetli ve zayıf yanlarını gösterir. Bu, yapacağınız hamlelerde size avantaj kazandırır. Bıkmadan kısa film çeksinler. Güçlü ve zayıf yanlarını tanısınlar.

Ödülleri:

Altın Portakal Ödülü – Yılanların Öcü

Altın Portakal Ödülü – Kan

Altın Koza Ödülü – Işıklar Sönmesin 

Altın Koza Ödülü – Mum Kokulu Kadınlar

Altın Kelebek Ödülü – Baba Evi  

Altın Koza 100. Yıl Emek Ödülü 

İFSAK Sinema Ödülü 

Sinefest Emek Ödülü 

Branşta Tüm Zamanlar En İyi 10’u Ödülü

TGC Sanat Ödülü

KTÜ İletişim Ödülü

İKSV Yaşam Boyu Sinema Onur Ödülü

Ufak bir not: Bu röportajı Aytekin hocam ile 2017 senesinde Trabzon Sanat Evi‘nde gerçekleştirmiştim. Aytekin hocam şu anda birden fazla üniversitede, sinema ve fotoğrafçılık üzerine söyleşiler yapıyor. Bununla birlikte, ”Güneşe Lamba Yakan Adam” adında bir kitap çıkardı. Umuyorum, yeni kitabı üzerine de kendisiyle keyifli bir söyleşi gerçekleştireceğim.

Sanatla kalın.

Ebru Bektaşoğlu

 
 
 
       

Facebook Yorumları

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir