Strong Is the New Pretty
Toplumsal Cinsiyet

Öğreneceğiz, Çocuklarımıza Da Öğreteceğiz

Bazen şahit olduğunuz bir an ya da rastladığınız bir fotoğraf, sayfalar dolusu yazıdan daha çok mana barındırır içinde. Öyle ki, o güne kadar duyduklarınız bambaşka bir anlam kazanır zihninizde. Kate T. Parker’ın çektiği fotoğraflar da tıpkı böyle.

Kate T. Parker; fotoğrafçı ve yazar. ‘’Strong Is The New Pretty: A Celebration of Girls Being Themselves’’ kitabının yazarı. Nesillerdir kadınları estetik kalıpların içine hapseden medya araçlarına, kadın olmanın görünmeyen daha doğrusu bastırılan yüzünü göstererek, toplumsal kalıpları yeniden değerlendirmemiz gerektiğini hatırlatıyor bize.

Cinsiyetlere biçilen sosyal roller, zaman içinde davranış kalıplarına dönüştü. Kadından; ince, zarif, duygusal, anaç olması beklenirken, erkekten; sert, mantıklı ve dışa dönük olması beklendi hep. Bunun sonucu olarak, kadınlar; özel alanda kalırken, erkekler kamusal alanda kendilerini ifade ettiler. Meslek seçimleri buna göre şekillendi. Kadınlar, özel alana itildikleri için bakım hizmeti veren mesleklere yönelmek zorunda kaldılar. Hemşire, öğretmen vb. Erkekler ise; tıp, mühendislik gibi bölümleri tercih ettiler. Teknoloji, erkeklerle özdeşleştirildi. Kadınlar, kendilerine biçilen rollerle, çoğu kez olmadıkları biri gibi davranmaya mecbur bırakıldılar. Mahalle baskısı, yaşamın her alanında kendini fazlasıyla hissettirdi. Hem kadını hem de erkeği sarmalayan bu zorbalık, tek tipleştirmenin önünü açtı. Kadın da erkek de kabuğunu kıramadı. Kabuğunu kıranlar toplum tarafından; anormal ya da sapkın olarak nitelendirildi.

Güçlü olmak, erkeğe atfedildi. ‘’Erkekler ağlamaz’’ denildi. Ağlamak, güçsüzlük göstergesi olarak beyinlerimize empoze edildi. Kadın, edilgen; erkek, etken bir yetiştirilme tarzıyla yaşamını sürdürdü. Kadın; korunması, sahip çıkılması beklenilen, erkek; korumakla, evi geçindirmekle yükümlü bir birey olarak var oldu. Ataerkil düzende, kadın kendini var etmeye, yeteneklerini göstermeye çalışsa da erkek egemen sistemin ağına takıldı. Ne kendini ne de cam tavanı tam anlamıyla aşamadı.

Renklerden eşyalara kalıplaşmış yargıların etkisinde kalan bir toplumda ‘’Kadın işi’’, ‘’Erkek işi’’ ayrımına gidildi. Futbol da ‘’Erkek sporu’’ olarak gösterildi. Futbol maçı izleyen kadınlar ‘’Erkek gibi’’ tanımına maruz kalırken, futbola yeteneği olan kadınlar, toplum tarafından dışlanma korkusu yaşadılar.

Bir düşünün; küçük yaştan itibaren evde bir eşya tamir edilecekken tornavidayı erkek çocuğun babasına uzattığı, daha ergenlik çağlarında araba sürmeye teşvik edildiği bir toplumda kadınların, çoğunlukla erkeklerin yaptığı işleri yalnızca kadın oldukları için yapamadıklarını dile getirmenin neresi doğru? Erkeği; kadınlardan daha güçlü, üstün ve değerli görmek, insanlığa yapılan bir haksızlıktır. Yıllardır süregelen kalıplaşmış yargıları benimsemek ve bunu gelecek kuşaklara aktarmak, sağlıklı bir davranış değildir. Daha eşit, daha adil bir yaşam her bireyin hakkıdır. İnsan ancak özgür olduğunda kabiliyetlerinin bilincine varmaktadır. Bastırılan, engellenen, dışlanan insanlardan oluşan bir toplum gelişebilir mi? Elbette, hayır.

Bu umut dolu fotoğraflar gözlerimizin önünden kaybolmasın. Kaybolmasın ki, sahip olduğumuz gücün farkında olalım. Ufacık yaşlardan itibaren etrafını pembe tellerle çevirdiğiniz kız çocuklarını artık özgür bırakın, düşleri mavi olsun. Bir kadın, hiçbir baskı altında kalmadan, dilediği gibi mühendis olsun, futbolcu olsun ama yeter ki dilediği gibi bir hayatın sahibi olsun.

”Cehaletin en büyük korkusu kadındır. Çünkü kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir.”

Ebru Bektaşoğlu

 
 
 
       

Facebook Yorumları

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir