feminizm röportaj
Röportaj,  Toplumsal Cinsiyet

Sara Nilgün Aldoğan ile Feminizm, Toplumsal Cinsiyet, Ataerkillik ve Şiddet Üzerine

Merhaba sevgili dostlarım. Uzun zamandır bloğumda röportaj paylaşmadığımı fark ettim. Bu nedenle sizin için hem aydınlatıcı hem de farkındalık oluşturabilecek bir röportaj yapmak istedim.

Öncelikle sevgili Sara Nilgün Aldoğan’a bu güzel röportaj için teşekkürlerimi sunuyorum. Umuyorum, sizler de röportajımızı beğenirsiniz ve ilgiyle okursunuz.

Merhaba Sara Hanım. Sizi tanıyabilir miyiz?

Merhaba. Ben Sara Nilgün Aldoğan. Ankara’da yaşıyorum. 40 yaşındayım. Hacettepe Üniversitesi’nde Sosyal Hizmet bölümünde doktora öğrencisiyim. Aynı zamanda uzun yıllar felsefe öğretmenliği yaptım. Evliyim, bir tane oğlum var.

Sizce feminizm nedir, ne değildir?

Feminizm; kadınları üstün bir cinsiyet olarak görmek değildir. Erkek düşmanlığı yapmak değildir. Erkekleri dezavantajlı, kadınları avantajlı konuma getirmek değildir.

Feminizm; kadınların toplumsal cinsiyet dediğimiz cinsiyet rollerinden kaynaklı ortaya çıkan toplumsal dezavantajlarını ortadan kaldırmak için ortaya çıkmış bir akımdır.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki engeller nelerdir? Bu engelleri birlikte nasıl aşabiliriz?

En büyük engel; yasaların uygulanmaması. Biz, Avrupa Birliği sürecine girdikten sonra toplumsal cinsiyetten kaynaklı eşitsizlikleri kaldırmak için yasal düzenlemeler yaptık. Önce bu, ailenin korunması hakkındaki kanunla başladı. Sonrasında İstanbul Sözleşmesi ile devam etti.

İstanbul Sözleşmesi; toplumsal cinsiyetten kaynaklı eşitsizlikleri ortadan kaldırabilecek en iyi uygulamalardan biri.  

Bununla birlikte, eğitimin önemi büyük. Fakat okullarda verilecek kısa süreli dersler ya da seminerlerle değil, okullarda grup çalışmaları yaparak veya mahallelere inerek ve oralarda çalışmalar yaparak insanları bilgilendirmek çok önemli.

Aslında bir şey çok daha önemli; dilimizi temizlemek. Öncelikle o eril dilin; kadını aşağılayan kavramların, sözcüklerin, deyimlerin ve terimlerin kullanılmasından vazgeçmek gerekiyor. Bunu öncelikle, toplumun gözü önündeki rol model olarak tanımlanabilecek insanların yapması gerekiyor.

Röportajlarda, haber metinlerinde ve televizyon programlarında ne yazık ki eril dile rastlıyoruz. Öncelikle medyadaki eril dilin temizlenmesi gerekiyor. Çünkü Ludwig Wittgenstein’ın da dediği gibi; “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” Ben dilimi değiştirirsem, dünyayı da değiştirmeye başlarım. Çünkü insan konuşurken sözlerinin farkına vardığında bunun bir sorun teşkil edebileceğini anlayabilir.

Ludwig Wittgenstein

Ataerkillik ve şiddet arasında nasıl bir ilişki vardır? Ataerkillik şiddeti besler mi?

Ataerkillik, şiddeti besliyor. Ataerkil olmak; gücü erkeğe vermek demektir. Bu; anaerkil olanı, kadını güçten yoksun bırakmaktır.

Kadın, ezilen olduğunu fark edip buna mahkûm olmadığını anlayıp biraz hareketlenmeye başladığında, ezen olan ataerkil zihniyet; ki bunun içerisine hem erkekleri hem de kadınları dâhil ediyorum, sadece erkekler ezer gibi bir şey söylememek gerekiyor, ataerkil düşüncede olan kadınlar da vardır, ezilen tarafın üzerindeki hükmünü sürdürebilmek için şiddete başvuruyor.

Ataerkillik şiddeti besler çünkü gücünü, tahakkümünü yitirmek istemez. Ataerkillik şiddeti; evde, okulda, kışlada, kadın ve erkeğin bir arada olduğu, toplumsal cinsiyet rollerinin aktif olarak oynandığı her yerde hükmünü koruyabilmek için besler.

Bir kişinin şiddete eğilimi olduğunu nasıl fark edersiniz?

Hannah Arendt’in bir sözü vardır; ‘’kötülük zamanla sıradanlaşır’’. Kişinin şiddete eğilimi olduğunu ilk anda anlayamazsınız. Özellikle toplumsal cinsiyet rollerine çok alışkınsanız, örneğin; ben kadınım daha uysal olmalıyım o erkek, beni kıskanır, bana karışır gibi düşünceler sıradanlaştıkça, kötülük ve şiddet sıradanlaştıkça bunu fark etmek zorlaşır. Ama ufak ipuçları yakalayabilirsiniz.

Hannah Arendt

Hiçbir şiddet döngüsü, ilk anda fiziksel şiddetle başlamıyor. Aşama aşama başlıyor. İlk önce psikolojik şiddet görmeye başlıyorsunuz ve gördüğünüz şeyin şiddet olduğunu bilmiyorsunuz. Örneğin; eşiniz size diyor ki; ‘’o eteği giyme, onunla görüşme, şu saatte evde ol’’. Bunun şiddet olduğunu anlamıyorsunuz. Sonrasında diğerleri gelmeye başlıyor.

Eğer psikolojik şiddeti görmezden geliyorsanız, kişi üzerinizde kullanabildiği gücü artırabilmek için şiddetin dozunu da artırmaya başlıyor. Bir aşama sonrası şu oluyor; ‘’sen de zaten kadın mısın, evlendin saldın kendini, sen artık annesin, evli barklı kadınsın böyle mi davranacaksın’’. İnsanlar hiç farkında değil ama bu da bir şiddet.

Son aşama şu oluyor; bunu onayladığınızda ya da onaylamadığınızda üzerinizdeki güç kullanımı fiziksel şiddete dönmeye başlıyor. Orada zaten şunu diyorsunuz; evet şiddet görüyorum. Ama bunu demeyen maalesef nice insan var.

Sonra şöyle oluyor; ‘’beni sen tetikledin, sen öyle yapmasaydın böyle olmazdı’’. Şiddet uygulayan kişi sorumluluğu size yükler, suçlunun siz olduğunu söyler. Bu şiddet döngüsünden çıkmak çok zor ama çıkılabilir.

Önceden çok konuşulmayan ama son dönemde konuşulan bir konu daha var o da cinsel şiddet. Evlilik içi tecavüzden hiç bahsedilmiyordu. Bu da şiddet sarmalının bir döngüsü. Burada da toplumsal öğrenmeler devreye giriyor. Örneğin; ‘’sen kadınsın ve bu senin görevin’’ gibi. Bu zihniyet de sizi cinsel şiddete maruz bırakabilir.

Bir de dijital şiddet var. Sosyal medyada sizi; belirlenen o güzellik algısının dışında olmanızdan dolayı ya da hanım hanımcık olmanın dışında kaldığınız için yaftalayan, yargılayanlar da şiddet uygulamış oluyor.

Şu hepimiz için belirleyici olabilir; bir şey sizin canınızı yakıyorsa siz şiddete uğruyorsunuzdur.

Kadınların toplumsal hayatta ve çalışma hayatında, hem erkekler hem de kadınlar tarafından en çok maruz kaldığı baskılar nelerdir? Cam tavan engeline en çok nerelerde takılıyoruz?

En büyük sorun şu görüşle başlıyor; ‘’kadın, evlenebilecek ve çocuk yapabilecek bir varlıktır’’. Örneğin; işe alımlarda ilk soru şu olabiliyor; ‘’evlenmeyi düşünüyor musunuz?’’. Çünkü bir kadın evlenirse işi bırakabilir. Eğer kadın evliyse, ‘’çocuğunuz var mı ya da çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?’’ diye sorulabiliyor. Bu ne kadar özel bir soru. Neden bu sizi bu kadar ilgilendiriyor? Çünkü süt izni var, doğum izni var, işten ayrılma olasılığı var.

Neden işe girecek kadınların hepsi, evlenecek ve çocuk yapacak bir varlık olarak görülüyor?

Kadınların da taleplerini anlamak bazen zorlaşabiliyor. Örneğin; bazı kadınlar, ben kadın yönetici istemem diyebiliyorlar. Neden? Ben bugüne kadar kadın yöneticilerle çok iyi çalıştım, hiçbir sorun yaşamadım.

Kadınlar arasındaki diyaloğun geliştirilmesi gerekiyor. ‘’Kadın kadının kurdudur’’ sözünü ‘’Kadın kadının yurdudur’’ olarak değiştirmemiz ve birbirimize yurt olmamız gerekiyor.

Görsel: pexels.com

Bununla birlikte, eşit ücret almamak da sık rastlanan bir sorun.

Erkeğe çok maaş verilmesinin sebeplerinden biri; o ev geçindiriyor diye düşünülmesi. Kadın ev geçindirmiyor mu? Nereden biliyorsunuz onun özel yaşantısını? Belki kendini geçindiriyor, belki eşinden boşandı ya da belki kocası çalışmıyor evi geçindiren kişi kadın.

Daha iyi bir birey olabilmek ve daha iyi bir toplum oluşturabilmek için tavsiyeleriniz nelerdir? Okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Birincisi; önce kendimizi tanımalıyız. İlk soru bu; ‘’ben kimim?’’. En zoru da şu; kim olduğunu kabullenmek. Biz kendimize dönüp bakmadan karşı tarafla çok uğraşan insanlarız. Hâlbuki düşman; hikâyesini bilmediğimiz kişidir.

Çoğu insanın hikâyesini dinlediğimizde, düşman olarak gördüğümüz insanın bile aslında o kadar düşman olmadığını fark ediyoruz. Herkesin hikâyesi dinlenmeye değer.

Eğer etrafınızda şiddet döngüsünde bir kadın varsa onu bu döngüden çıkarmanın yolu nedir, bunu öğrenebilirsiniz. Örneğin; yan komşunuzun şiddete uğradığını biliyorsunuz ama ne yapacağınızı biliyor musunuz, bunun hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Kendi el emeğiyle çalışıp bir şeyler üreten kadınlara, kadın girişimcilere destek olabilirsiniz. Lütfen ‘’Kadın kadının yurdudur’’ sözünü benimseyin. 💜

Toplumsal cinsiyet rolleri konusunu araştırın ve bu konuda çocuklarınıza bilinçli davranın. Örneğin; kız çocuğunuza illa gidip pembe kıyafet almayın. Bunun bir pazarlama stratejisi olduğunu artık görün. Başka bir örnek ise; erkek çocuğunuzu bale kursuna göndermekten çekinmeyin.

Konuşurken sözlerinizin cinsiyetçi olup olmadığına bir bakın. Çünkü unutmayın ki ‘’Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.’’

Bizi bu röportajda bilgilendirdiği ve aydınlattığı için Sara Nilgün Aldoğan‘a bir kez daha teşekkür ederim. 💜

Ebru Bektaşoğlu

 
 
 
       

Facebook Yorumları

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir